Tertemiz bir çocuğu, sahip olduğunuzu sandığınız bir modernize ahlaksızlığın içinde beslediğinizde ona iyilik etmiş olur musunuz?
Kaşif olmasını her durumda desteklemek gerçekten gerekli midir? Kendi kararlarını mı alıyor yoksa sizi mi örnek alıyor?
Süper ego yeri geldiğinde can kurtarıcı olabilir. İnsan süper egosunu hangi durumlarda çalıştıracağını sadece bir tık beriki nesilden öğreniyor aslında. 'Süper ego elalem ne der' olmasın. Süper ego; bu eylemi yaptığımda, ileride kendimden özür dileyecek hale gelir miyim? olsun.
Ne aşıladığımız ne öğrettiğimiz çok önemli. Davranış aşılarken gerisini hiç düşündünüz mü? Dışarıdan o çocuğa aşılanan şey aslında bir anlayış mı bir yanlış mı? İnsan kendinde bile bu sorunun cevabını tartamıyorken,
Bu gününü bilinçlendirdiğinizi sandığınız o çocuk, ileride karamsar bir karmaşada boğulacak. Öngöremiyorsan, deneyimleyeceksin. Sana ağlayarak koştuğunda birlikte deneyimleyeceksiniz.
Dün, 18 yaşındaki bir kardeşin, deneyimlerini seninle paylaşabilecek hale geliyorsa, yarın 16 yı da kabul edersin, diğer bir gün 14 yaşı da. Kabul ediveriyorsun, ETME.
Bu kadar çabuk büyümemeli çocuk. Yetişkin olmak için zamanımız çok. Ama çocuk olarak tanımlanabileceğimiz yaş sadece 18 minik yıl. Büyüme çabasını niye destekliyoruz ki çocukların?
Teşekkürler sayın modernize sapkın. Sayende daha kirliyiz.
fesfuscum-Şiyar
Fesfuscum
Aforizmaya selam çakmalar.
5 Şubat 2021 Cuma
MODERNİZE SÜPER EGO
10 Mayıs 2020 Pazar
SADECE SİGARA
Hola. Karantinadan merhabalar. (vaov çok iyi giriş)
Sizlere bugün sigara kariyerimden bahsedeceğim. Sigarayla ilk tanışmam kuzenimin kızı yüzünden çocukluğumuzda olmuştu. 11-12 yaşlarımızda annesinin paketinden bir iki kere sigara aşırıp denemiştik. Nasıl hissettirdiğini, içime çekip çekmediğimi hatırlamıyorum. Beğenmiş olacağız ki küllükten izmarit kaçırmaya başladık. (ıyk) İbrahim Tatlıses misali küllüğün çevresinde çömelmiş, dibine kadar içilmemiş sigara bulmayı umuyorduk.Şanslıysak ve bulduysak, koltuk arkasına geçip kimsenin bizi görmeyeceğini sanarak sigarayı yakıyorduk. Küçük ve salaktık diyebilirim rahatlıkla. İçme çabalarımıza rağmen başlamamışız şükürler olsun.
Lisede çoğu arkadaşım sigara kullanıyordu ama ben nargile emcüklemeyi tercih ediyordum (ahahah). Başlamayacağımdan aşırı emindim. Ta ki lise dörde kadar...
Hiç unutmuyorum. Gazipaşada'ydık BK ile. Ben az önce yanımızdan giden bir çocuğun arkasından bakıyordum. Cesaretsizliğim yüzünden, aklımdakileri yerinde bırakmıştım.Suratımı sallandırınca, BK modumu yükseltmek adına, beni paket almam için yüreklendiren o müthiş cümleyi kurdu.
-Bi tane iç istersen, çikolata gibi insanı mutlu ediyo.
(Kafayı sağa sola sallama hareketi ile birlikte alkış efekti)
Bi' tane içtim. Bi tane daha. Bi tane daha ve bi tane daha.
La şapşal Ezgi; çikolata yiyince mutlu mu oluyosun sanki de hemen atladın. Bravo tiryakiliğe adımını attın.
Neyse yalan yok o dört sigara beni uyuşturmuş olacak ki gülümsemeye başlamıştım.
Sigara gurusu BK winston blue al beğenirsin dedi. (şerefsiz büyük ihtimalle otlanmak için kendi sigarasından aldırmıştı)
Belleğime/benliğime alkol-sigara kodlamasını lise dörtte yapmaya başladım arkadaşlar. Okuldan kaçıp, içip dershaneye geçip ayılıyorduk. (iyi örnek. durun alkol başlığını da ayrıca açmam lazım, dehşet hikayeler var)
Lise dörtte sınavlar ortak saatte yapılmaya başlanmıştı. Tüm okul bir anda farklı derslerden, karma sınıflarda sınava giriyordu. Öğretmenler sınavda gözetmen olduğundan Rotary'nin kantin arkası tüm tiryakilere açıktı. Sınav kağıdını erkenden verip koştur koştur kantin arkasına gidiyorduk. Arkadaşlar benim eğitim-öğretim hayatım böyle mahvoldu ya. Tüm sınavlardan çakıyordum nerdeyse. Takdir, tövbe takdir ne ya teşekkürü bile görememiştim.
Bir gün yine kantin arkasında sigaraya abanmıştık. O g.t kadar kantin arkasında belki 30 kişi vardık. (cesarete gel) Koştur koştur biri geldi Vedia (emin değilim) Hoca geliyor dedi. Bu acı uyarmayla herkes küheylan gibi koşmaya başladı. Benim kadar zeka geriliği olan kıvırcık B. koşmayalım suçlu gibi görünürüz dedi.
ARKADAŞLAR BENİM ARKADAŞLARIMIN PARLAK FİKİRLERİ VAR VE BEN HEP ONLARA UYAR SONUNDA ÇOK MUTLU OLURUM.
Neyse biz kantinin arkasından arka bahçeye doğru yavaş yavaş yürümeye başladık. Beden eğitimş hocamız gözüne bizi kestirmişti. O anda gözümün önünden film şeridi gibi disiplin, annem-babam, sınıf öğretmenimizin ağzımıza boklayışı falan tertemiz geçti.
-Nerden geliyorsunuz?
-Kantinden hocam.
-Sigara mı içiyordunuz arkadan çıktınız?
-Yok hocam sınav sonrası arkadaşlarla muhabbet ediyorduk.
-Ağzınız sigara kokuyor.
-Hocam içenler vardı üstümüze üflemişler.
-Kim onlar?
-Tanımıyoruz hocam.
BOK tanımıyoruz. 12 olmuşuz, 4 yıldır okuldayız herkesin kimlik numarasını bile ezberlemişiz. Neyse kimseyi satmadık hoca da bizi disipline vermedi. O gün mutlu uyanmıştı sanırsam.
Kendisini hastalıkta sağlıkta,iyi günde kötü günde, varlıkta yoklukta içtim. Birlikteliğimiz neredeyse 10. yılını dolduruyordu. Ailem ve birkaç arkadaşım dışında hiçbir şey hayatımda o kadar uzun süre kalmamıştı. Şu eblek virüsten mütevellit 17 Marttan bu yana ağzıma dört tane koydum.Evde alkol alınca deli gibi sigara aranıyorum. Yine de alkolle birlikte marketten paket almıyorum.
Korkmasam bırakır mıydım?
Töaahh ASLA.
Korkaklığımın getirdiği başarımdan dolayı beni alkışlayabilirsiniz.
Eğer sigara içiyorsanız ve iki miktar bana gülebildiyseniz, rica etsem benim için 'bi tane içer misiniz?' Hem mutlu ediyo çikolata gibi.
Hepinizi olmasa da bi kısmınızı öpüyorum. Sağlıklı günler.
https://www.youtube.com/watch?v=4TV_128Fz2g
Sevgilerle Fesfuscum
25 Aralık 2019 Çarşamba
Le Petit Prince
Küçük Prens hakkında da diyeceklerim var. :/
Kitabı psikolojik açıdan değerlendirsek ne olur? Yazar, kitabı kendini çözümlemek adına yazdıysa? Ya kitap bir özeleştiri ise?
Yazar, bir gün uçak kazası geçirir. Travmatik olay sonrası sarsılırken ve kendini tamir ederken, Küçük Prensle yani içindeki çocukla tanışır. Kitaptaki Küçük Prens karakteri Antoine de Saint-Exupéry nin masumiyetini simgeler. Masumiyetini hatırlamaya başlayan yazarımız çocukluğunda aslında önemli olan neydi onu konuşur benliğiyle. Küçük-dikenli-kırmızı bir güle olan aşkı, günbatımına hayranlığı, yıldızlara olan merakı ve daha bir çok şeyle ilgili sohbet eder Küçük Prens ile pilot. Küçük Prens’in gezegenlere yolculuğu aslında yazarın kişiliğinin keşfidir bu zamana kadar düşünmediği.
Benlikleri ya da kişilik özellikleri diyelim kendi gezegenlerinde yaşıyor ve tek başınalar çünkü hiçbir özellik yanında başkasını barındıramıyor. Bir sarhoş asla hesap yapamaz. Mantıklı bir kral asla kendini beğenmiş olamaz. Bir işçiden(bekçiden) zaten kral olmaz. Ve masumiyetinin hiçbirinin yanında yeri yoktur. Bu yüzden Küçük Prens yazarın karakteristik özellikleriyle tanışır, yanlarında barınamayacak kadar meraklı, açık görüşlü ve cesur olduğundan prensimiz en sonunda hepsine elveda der. Yazarın içindeki masumiyetin simgesi ona ÇOK önemli bir şeyi hatırlatmıştır. İnsanları tanımlayan şeyler rakamlar olmamalıdır. İnsanları biz gerçekten tanıyamıyoruz. Çünkü en gizinde neler beslediklerini bilemiyoruz. Hep tanışma oyunları oynuyoruz okul başladığında. 'Kaç yaşındasın, adın ne, ailenin meslekleri neler?' gibi sorularla çocuklara güya birbirini tanıtıyoruz. Aslında, onların üzerindeki etikete bilgi işliyoruz o kadar.
Size bildiklerinizi hatırlatacağım lütfen bana kulak verin. İnsanı biricik yapan şeyler; sevdikleri ve sevdiklerine karşı tutumları, heyecanlandıkları, düşünü kurdukları, korktukları ve korkuya verdiği tepkilerdir. Biz tanışma oyunlarımızı güncellemeliyiz. Hem de tutuşmuşçasına en acilinden. Şunu da eklemek istiyorum. Çok sevdiğim bir şarkının bir cümlesi şöyle diyor. Ne aldığına değil ama ne verdiğine dikkat et. Büyürken eklediğimiz o duruşlar var ya, işte onlar başlangıç noktamızı , kişiliğimizdeki o sihirli dokunuşları unutmamıza ve küçücük bir gezegende hapsolmamıza neden oldu. Alırken kaybetmeyin. Hepimizin içinde bir Küçük Prens var ve ona elveda dememize gerek yok. Çünkü büyümek bu değil.
Kitabı psikolojik açıdan değerlendirsek ne olur? Yazar, kitabı kendini çözümlemek adına yazdıysa? Ya kitap bir özeleştiri ise?
Yazar, bir gün uçak kazası geçirir. Travmatik olay sonrası sarsılırken ve kendini tamir ederken, Küçük Prensle yani içindeki çocukla tanışır. Kitaptaki Küçük Prens karakteri Antoine de Saint-Exupéry nin masumiyetini simgeler. Masumiyetini hatırlamaya başlayan yazarımız çocukluğunda aslında önemli olan neydi onu konuşur benliğiyle. Küçük-dikenli-kırmızı bir güle olan aşkı, günbatımına hayranlığı, yıldızlara olan merakı ve daha bir çok şeyle ilgili sohbet eder Küçük Prens ile pilot. Küçük Prens’in gezegenlere yolculuğu aslında yazarın kişiliğinin keşfidir bu zamana kadar düşünmediği.
Benlikleri ya da kişilik özellikleri diyelim kendi gezegenlerinde yaşıyor ve tek başınalar çünkü hiçbir özellik yanında başkasını barındıramıyor. Bir sarhoş asla hesap yapamaz. Mantıklı bir kral asla kendini beğenmiş olamaz. Bir işçiden(bekçiden) zaten kral olmaz. Ve masumiyetinin hiçbirinin yanında yeri yoktur. Bu yüzden Küçük Prens yazarın karakteristik özellikleriyle tanışır, yanlarında barınamayacak kadar meraklı, açık görüşlü ve cesur olduğundan prensimiz en sonunda hepsine elveda der. Yazarın içindeki masumiyetin simgesi ona ÇOK önemli bir şeyi hatırlatmıştır. İnsanları tanımlayan şeyler rakamlar olmamalıdır. İnsanları biz gerçekten tanıyamıyoruz. Çünkü en gizinde neler beslediklerini bilemiyoruz. Hep tanışma oyunları oynuyoruz okul başladığında. 'Kaç yaşındasın, adın ne, ailenin meslekleri neler?' gibi sorularla çocuklara güya birbirini tanıtıyoruz. Aslında, onların üzerindeki etikete bilgi işliyoruz o kadar.
Size bildiklerinizi hatırlatacağım lütfen bana kulak verin. İnsanı biricik yapan şeyler; sevdikleri ve sevdiklerine karşı tutumları, heyecanlandıkları, düşünü kurdukları, korktukları ve korkuya verdiği tepkilerdir. Biz tanışma oyunlarımızı güncellemeliyiz. Hem de tutuşmuşçasına en acilinden. Şunu da eklemek istiyorum. Çok sevdiğim bir şarkının bir cümlesi şöyle diyor. Ne aldığına değil ama ne verdiğine dikkat et. Büyürken eklediğimiz o duruşlar var ya, işte onlar başlangıç noktamızı , kişiliğimizdeki o sihirli dokunuşları unutmamıza ve küçücük bir gezegende hapsolmamıza neden oldu. Alırken kaybetmeyin. Hepimizin içinde bir Küçük Prens var ve ona elveda dememize gerek yok. Çünkü büyümek bu değil.
21 Mayıs 2019 Salı
ÇOKÇA AZLIK
Sandığınız kadar çok değilim aslında. Mesela zilyon tane cumalı günlerim evde bayık geçmiştir.
Her gün DANS RENK diyerek uyanmıyorum. Uzun bir süre iş ve aile whatsapp gruplarının dışında aktif olmamıştır whatsappım. Her gün partilemiyorum ya da davet edilmiyorum akşam drinklerine. 26564 tane arkadaşım yok bir salı pazarında. Mağaza gezmek istesem ıssızlaşıyor sanki sokaklar. Pek bi karamsar değil mi? Değil.
Kendimle anlaşamadığımı az çok anlamışsınızdır yazılarımdan. Dilinizden konuşayım fanı değildim benliğimin. Ama bence çok büyük bir ruhani gelişme kaydetmeye başladım çünkü kendimle barışıyorum.
Çooooooooooooooook uzun zaman, yaptığım ve bana yapılan her bir eylem için kendimi suçladım. Kendimi yargılama sürecinde psikolojim hiç iyiye gitmedi. Gün içerisinde üzüldüğüm anları gece kendi vizyonumda izleyip, kendimi asıp kesiyordum. Ertesi günü de hiç beklemiyordum çünkü devam filmini çekmek için dünyanın tüm paralarına, bütün iyi senaristlerin yaratıcılığına, lanet olası cellatların katliamına sahiptim. Annem ne zaman ağlamaklı görse 'kendini dinleme' derdi. KENDİNİ DİNLEME. Tüm kişisel gelişimcilerin ağzına biber sokayım, annem tek bir cümlede bütün antidepresanların beni çekemeyeceği kadar mantıklı düşünme seviyesine çekiyordu. O zamanlarda sessizce çok bağırdım. Ve susturdum.
O mıymıy Allahın belası Ezgi'yi susturuyordum.
Sonra çok basit gibi gelebilir ama idrak ettim; ben bu bedende, bu geçmişle, bu benlikleyim; nefessiz kalana kadar.
Çözüm süreci ise çorap söküğüydü. Yıllardır almadığım kadar sorumluluk aldım. İş yapmak, hesap vermek, kendimi iş stresiyle çevrelemek iyi geldi. Uyuşuyordum. Akşamları ertesi günü planlayarak geçiriyordum ve iyi olmaya çalışmak beni kamçılıyordu.
Yalnız başıma alışveriş merkezlerine gitmeye başladım. Oflaya puflaya market alışverişlerine çıktım. İndim sokakta meydanda oturdum. Normalde sohbet etmeyeceğim 50-60 yaşında insanlarla konuştum. Hayvan sevdim korka korka. İnstagramda poz araştırdım sırf fotoğraf çekilebilmek için. Evde kendi setimi yarattım. İstediğim zaman meditasyon yaptım. Ve alkol aldığımda horlayarak uyumayı, geceyi clubta sonlandırmamayı öğrendim. Çok fazla oyalanabildiğimden kendimi dinleyemiyordum ben de başkalarına kulak kabarttım.
Benim olanlara sıkı sıkıya tutunmaktan vazgeçip, alabildiğimi almaya başlayınca da rahatladım. Evet anılarımı silemem ama her zaman benimle olmak zorunda değiller. Zaman da onları benden almaya başladı zaten. Çevremdeki hayaletlerime elveda dedim. Çünkü hiçbiri bana ait değillerdi.
Biliyorum sen de yalnızsın. Hiçbir şey geçip gitmeyecek sanıyorsun. Sıkıntılarını bebeğinmiş gibi göğsüne bastırıyor ve besliyorsun. Elinde bir onlar var sanıyorsun. Geçmişini her daim davet ediyorsun, hissettiklerini özlüyorsun. Bir mutluluk yakalayacak olsan kuşkuyla yaklaşıp sonra gerisin geri kaçıyorsun. Düşünüyor, düşünüyor ama bir türlü boğulmuyorsun. Biliyorum çünkü benim ve senin gibi milyonlarcası temelde benzer şeyleri yaşadık.
Belki seni kendinden çekip uzaklaştıramam ama,
Kulağını yaklaştır sana bilgelik dolu eski tanrılardan gelme bir şey fısıldayacağım.
Kendini asla dinleme. KENDİNİ ASLA DİNLEME.
Fesfuscum
Dipnot: O zamanlarıma ait bir fotoyu YİNE hikayemde paylaşacağım. Dikkatli bak, kendini görebilirsin.
1 Şubat 2019 Cuma
BAMBAMBAM
Düzeltilecek başlıklı yazımın bir parçasını açacağımı söylemiştim. Hadi ben başlatayım siz ekleyin.
Belirli bir erkek tipinden bahsetmek istiyorum. Bunları nerede görseniz tanırsınız. Belki eski sevgilinizdir, belki yakın arkadaşınız belki de sizsinizdir. Bu erkek tipini aşağıda sıralayacağım cümle kalıplarından tanıyabilirsiniz.
1. Ya evet sevgilim var AMA (bu amadan sonrası genelde besinlerin oksitlenmiş kalıntısı oluyor. ) aramız eskisi gibi değil. Seni tanımak istiyorum. Seninle zaman geçirmek istiyorum. Bana iyi geliyorsun.
Anlamı: Her ne kadar açmama gerek olmasa da açıyorum. Sevgilim var ama gözüm doymadı, seninle (kibarca söyleyeyim hadi) flört etmek istiyorum.
DOY ARTIK DOY? Madem başka kadınlar da hayatında olsun istiyorsun o zaman harem kurmaya çalışma. Sevgilinden ayrıl ve önüne gelenle takıl.
2. Ya ben hayatı biraz hızlı yaşadım. ( Daha yirmilerindedir. ) Çok zor şeyler yaşadım. Artık olgunlaştım. Senin anlayacağın bebeğim farklıyım biraz.
Anlamı: Sarsıcı bir acı çekmedim. Birkaç aşk acısı belki biraz arkadaş çevresi sıkıntısı, üç beş okul dramı...
Hayat dediğimiz şey doğumdan ölüme kadar bir çok deneyimin bir araya gelmesine deniyor. Daha ölmedin. Daha hiçbir şey görmedin belki de. Olgunlaştım dediğin noktada bir çocuksun. Biraz baba parası yedin, iki ülke gezdin şimdi karşımda bana ben farklıyım klişesi yapıyorsun. Yeşilçam' a koysak seni gerçekten sırıtmazsın iki bin on dokuz versiyonunla.
3. Çok farklısın gerçekten.
Çok rahatsın bi kere.
Diğer kadınlar gibi değilsin.
Kezban değilsin.
Anlamları: Bana yapışmayacağını düşünüyorum. Hadi biraz güzel zaman geçirelim sonra ben seni arada bir ararım. Aramalarım azalır sonra biter ta ki ''çok rahatsın bi kere'' diyebileceğim başka bir kadın bulana dek takılırız.
4. Şöyle bir öğretmenimiz olmadı ki ODTÜ'yü kazanalım.
Şöyle bir hocamız olmadı ki bilimadamı olalım.
Şöyle bir teacher ımız olmadı ki diplomalara doyalım.
Şöyle bir vay anasını gökyüzü zımbırtı blabla blabla.
Anlamı: Ya ilik gibi hatunsun. Senden nasıl öğretmen oldu? Bunun gibiler öğretmenlik yapıyor sonra eğitimde neden geriyiz.
Ruhunu okuyorum küçük adam.
İlla ki eklerim bu kalıp, gökten zembille inen cümlelere yenisini.
Geçen bir video izledim. 3 madde sıralıyordu adam. Videoda kadının erkeği nasıl elinde tutabileceğinden bahsediyor.
Madde bir: ona ihtiyacınız olduğunu hissettirin.
Madde iki: ona farklı olduğunu hissettirin. Sen çok farklısın diyin.
Madde üç: ben seni her halinle seviyorum. Bazı kötü hallerin var evet ben seni bunlarla seviyorum diyin.
Diyordu filozof, ilişki uzmanı, kişisel gelişim alanında uzman, akıl verme birincisi prof.
Bu üç maddeyi şiir edin gitsin. Bir adamı nasıl elimizde tutarız biliyor musunuz? Bu kalıp cümleleri kullandığında kusma dürtümüzü bastırarak.
Üzgünüm, ben (artık) bu tiplemelere sabredemeyeceğim. Kendimi ezmeyeceğim sırf yalnız kalmamak için. Güçlü görünmeye de çalışmayacağım. Kaçmayacağım. Kovalamayacağım. Kısacası taktik yapmayacağım. Şimdi isterseniz... Tanışabiliriz.
FESFUSCUM
26 Ocak 2019 Cumartesi
DÜZELTİLECEK
İlişkilerime, yalnızlığıma çok fazla kafamı yorduğumu düşünebilirsiniz. Evet evet yani düşünebilirsiniz'i izin verme anlamında kullandım. :) Çünkü ben kesinlikle bunlara ÇOK zaman ayırdığımı düşünüyorum.
Bunun sebebi açlığını yaşıyor olmam. Duygusal bir birlikteliğe, şımartılmaya ve ait olmaya kesinlikle çok açım.
Çok yalnızım denildiğinde akla bir (1) olma hali gelir. Oysaki yalnızlığın çeşitleri ve yeri var. Mesela iş hayatımda yalnız olduğumu düşünmüyorum. Beni destekleyen mentorlarım ve arkadaşlarım var. Evde şükürler olsun ki ailem var. Dışarıda güzel zaman geçirebileceğim ve güvenebileceğim insanlar var. Ama tek başıma kaldığımda, zihnimde hayalini kurabileceğim bir insan yok.
Yalnızlığımın beşinci ayını dolduruyorum. Bu süreçte ufak tefek flört girişimlerim ve birkaç buluşmam oldu tabii. İnstagramımda ilişkim olduğuna dair herhangi bir belirti görmediğinize göre; anlaşılacağı üzere hepsi girişimde kaldı.
Bir arkadaşımla ne zaman baş başa kalsak muhabbetimiz hep bir noktada şuna bağlanıyor 'Niye yalnızız yeaaaa' . Önceleri, ilişkilerimizdeki tutumlarımızı anlatıp kendimizi eleştiriyorduk. Sonra erkeklerin tutumlarının yanlış olduğuna kanaat getirdik. Bir noktadan sonra goygoya döndü ve artık komik olmaya başladı.
Ama bundan beş gün önce yine bir buluşmam vardı. . Buluşma dediysem aklınıza 'date night' gelmesin. Uzun süredir görüşmediğim bir arkadaşımla sadece oturup kahve içtik, biraz dolaştık hepsi bu.( Burada araya girmem gerekiyor. Sanki zeplinlerle gökten erkeklere bir metin yağmıştı ve hepsi aynı cümleleri noktasına kadar ezberleyip karşımıza geliyorlardı.Buna kesinlikle başka bir yazımda değinmeliyim. ) Neyse o paragraflardan birini bana sarf etti. Yüzümde tebessümle dinledim. Sonra içimi buz kesti. Eve döndüm ve kahve içtiğimiz sürede konuştuğumuz her şeyin analizini yapıp daha da sinirlendim. Konuya dönecek olursak 3 gün önce arkadaşa bu sohbetten bahsettim ve yine NEDEN kısmıyla ilgili çok gereksiz bir beyin fırtınasının içinde mahsur kaldık.
Arkadaşımın fikrine göre yalnız oluşumuzun sebebi, belirli bir kadın profili çiziyor oluşumuzmuş. Bir erkek bizim gibilerle bir ilişki düşünemezmiş çünkü zaten onlar için bir kaçışmışız. Takılmalık tipler yani. Buna yüzde yüz katılıyorum. Haklı. Çok haklı. Bizim gibi kadınlarla bir ilişki kurulamaz. Ama bunun sebebi çizdiğimiz profil değil. Bunu yapan biz değiliz. Sebebi; insanların dört parmağa odaklanmaları, o parmağın ardındakileri görememeleri. Gecenin ilerleyen saatinde bir adamla sohbet ettik. 'Ne istiyorsun gerçekten? ' diye sordu. Anlamak istiyordu. Yanılgısı ise benim cevabımın genellenebilineceğinin düşünmesiydi. Sanki benim vereceğim cevapla 'kadın' ı anlayabilecekti. Sarhoşluğun etkisiyle saçmaladım. Ertesi gün ayılınca, o an vermem gereken cevabı düşündüm.
Ben dördün aslında sekiz olduğunu gördüğümde, gördüğüm şeyi sevmek istiyorum. Gördüğüm insandan kaçmamak istiyorum. Mutlu etmek ve olmak istiyorum. Ve yanılmamak istiyorum.
Bundan altı ay önce bir adam sayesinde Almancadaki 'sein' kelimesine aşık olmuştum. ( Franz Kafka dan bahsediyorum) Franzcığım demiş ki:
Sein sözcüğü Almanca'da iki anlama gelir; 'var olmak' ve 'onun olmak'
Ben, bu kelimeye ait olmak istiyorum.
Yazının adını da yukardakini koymaya karar verdim :D Düzeltmem gerektiğini unutmamak için. Bilirsiniz. Tek seferde yazar, paragrafları birbirinden koparır ve yayınlarım. Sonra tekrar okuduğumda utanır ve düzeltebildiğim kadar düzeltirim. Neyse okuduğunuz için teşekkür ederim 😗
FESFUSCUM
16 Kasım 2018 Cuma
YAŞ-LAN-MAK
Yaşlanmadan önce iyi yaşamak, yaşlandıktan sonra da iyi ölmek istedim. (Seneca)
İnsanlar yaşadıkça ihtiyarladıklarını sanırlar, halbuki yaşamadıkça ihtiyarlarlar. (İskoç Özdeyişi)
Ne zaman yolda bir yaşlı görsem beli bükülmüş, geçmişini düşünürüm.
Acaba hiç aşık oldu mu?
Hayatını umutlarının kıyısında yaşayabildi mi?
Kimleri kaybetti? Kaybının dalgası kaç kere vurdu ruhunu ve ne kadar büyüktü?
Yüzündeki çizgiler çok gülmekten mi çok üzülmekten mi sardılar çehresini?
Sadece iki adımımla yanından geçip gidebilecekken arkasından izlerim hayatının filmini. Vücudunun duruşuna göre yaratırım hikayesini.
Mesela çok kambur duruyorsa insanlara güveni çok kırılmış, kendi kabuğuna çekilmiştir. Belki ağır yükler kaldırmıştır bir çarşamba pazarında. Ya da kafasını kuma gömer gibi bacaklarının arasına gömmüştür, sırf kendisine sarılabilmek için. Fark ettiniz mi bilmem, biri size el kaldırdığında önünüze doğru kapanırsınız. Muhtemelen o da hep kendini korumuştur.
Peki ya o çok sevdiği torunlarını taşıdıysa sırtında?
Alnı kırışıksa kaşlarını çatmıştır hep. Sinirlenmiş, sinirlenmiş ve artık siniri almış yerini kaşlarının ortasında.
Saçlarındaki beyazlar ellilerinde mi aldı yerlerini yoksa benim gibi yirmisinde mi çıktılar hoyratça?
Yalnız başına yürüdüğü yol burdan Amerika'ya var mıdır?
Her gece uykuya kendini teslim etmeden önce tek istediği ailesinin bütünlüğü müydü?
ALTERNATİF SON 1 Adımlarım yaklaşırken ona, yanından geçip gidemem. O takip ettiğim, hayatını izlediğim yaşlı ben olurum ve tüm sorularımın cevabı bedenimdeki her bir hücrede evete dönüşür.
Ben yirmi yedi yaşımda yaşlı bir kadın olurum ve belim bükülmüş ,bedenimdeki ağrılarla elimdeki bastonu tıkırdatırım kaldırım taşlarının tam ortasında.
ALTERNATİF SON 2 Her baston tıkırdaması kapanış saatinin tiktakları mıdır? Bu bilinçle yürüyen görmedim yüzünde huzur olan. Sahiden... Yaşlılık demek beklemek miydi ölümü?
4 Kasım 2018 Pazar
ÖĞRETMENLEŞTİREMEDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?
Tanrı Dünya'yı ve İnsanlığı yaratırken hangi meslek grubunun nasıl bir yaşam süreceğini de belirlemeliydi.
Çok duyduğum ve artık kulağıma geldiğinde midemin bulandığı bir cümle kalıbı var. Şudur ki; Ne biçim öğretmensin sen? . Vallahi biçimsel olarak nasıl olduğumu aynada görüyorum da senin görmek istediğin nedir?
Meslekler illaki yaşamlarımıza etki ediyor. Benim mesleğim olan öğretmenlikten daha doğrusu hayatıma olan etkilerden bahsetmek istiyorum. (önem sırası değildir)
1)Öğretmenlik bana çeşitli sorumluluklar kazandırdı ve bu sorumlulukları yerine getirirken zevk almaya başladım. Yani benliğimin bir yönünü keşfetmemi sağladı.Ben tembel değildim ve istediğimde çok güzel işler yapabiliyordum.
2)Güne erken başlıyorum ve gün içerisinde zamanın akışını takip edemiyorum. Bu da hayatımdaki üzüntülere odaklanmamı engelliyor ve hayatım daha hafif daha yaşanabilir hale geliyor.
3)Çocuklarla bir arada olmak, masumiyetlerini izlemek, yaşadıklarını benimle paylaşmaları ve beni güldürmeleri, bana sarılmaları ruhumu arındırıyor. Bir tane öğrenci var 7 yaşında. Her gün nasıl olduğumu sorar ve mutlaka günde iki kez koşup bana sarılır. Çok kibar çocuk ve dünnnnnyaaaa tatlısı. Bir gün bana sarıldığı sırada ona ' Sarılmak hastalıklara bile iyi gelebiliyormuş, yani aslında tedavi oluyoruz' dedim. Sarılma sayısını arttırdı. :)
4)Okurken gerçekten tiksindiğim bir bölümdü sınıf öğretmenliği ve yapamayacağımı düşünüyordum. Şimdi yapabildiğimi gördüm, öğretmenin de tadına vardım. Artık bırakamayacağımı düşünüyorum.
Daha aklıma geldikçe ekleyeceğim maddeler de olacaktır. Mesleğimi seviyorum ve iyi yaptığımı düşünüyorum. Tabii bunun bir de eksiler kısmı var.
Eve her zaman mutlu gelemeyebiliyorum, bazen gerçekten çok yoruluyorum ve zihnim çöküyor hatta kendini kapatıyor. Hazırlamam gereken planlar, ödevler, projeleri yetiştirmekte zorlanabiliyorum. Hep daha fazlasını yapma, daha iyisini yapma hırsımı dizginleyemediğim oluyor. Bu da beni strese sokuyor. Sosyal hayatım eskisine kıyasla yok denecek kadar az. Akşamları bazen tek isteğim yatakta öylece uzanmak oluyor çünkü sabah sekiz akşam beş arasında 6 saat kadar ayakta durmuş oluyorum. Bazen veliler insanı gerçekten sinirlendirebiliyor ve kaygılar basabiliyor aklımı. Bla bla bla
Yine de mutluyum. Sabah işe giderken şarkı söyleyerek gidiyorum hatta dans edesim geliyor. Okula girer girmez birkaç çocuk sarılıyor ve günüm daha da güzelleşiyor.
Öğretmenliğin hayatımda bu kadar koskocaman bir yeri var işte. AMA arzuları, damak tadı ve başka heyecanları da olan bir insanım. Mesela dans etmeyi seviyorum. Bed sesime rağmen yolda yürürken şarkı söylemekten zevk alıyorum. Sigarayı bırakamıyorum ve ayda birkaç kez alkol alıyorum. İnsanlarla tanışmayı, yeni şeyler denemeyi, etkinliklere katılmayı ve mistik dünyayla ilgilenmeyi(okumayı) seviyorum.
Kafasından alkol döken Ezgi'yi gördüğünüzde hemen iğrenç yargıları savuruyorsunuz hoyratça. Mini giydiğimde benim kutsal mesleğime bok gibi sıçrıyorsunuz. Fotoğraflarımdaki hadi seksilik diyelim :/ içinizdeki hayvanı şahlandırıp uzanamadığınız ciğere mundar dedirtiyor. Evet sizden bahsediyorum küçük adamlar, kadınlar. Beni dinleyin küçük insanlar
Benim hayatıma, yaşadıklarıma, eğlenceme, mesleğime dil uzatamazsınız. Haklıydınız ben o biçim bir öğretmenim.Var mı ekleyeceğiniz? :)
Çok duyduğum ve artık kulağıma geldiğinde midemin bulandığı bir cümle kalıbı var. Şudur ki; Ne biçim öğretmensin sen? . Vallahi biçimsel olarak nasıl olduğumu aynada görüyorum da senin görmek istediğin nedir?
Meslekler illaki yaşamlarımıza etki ediyor. Benim mesleğim olan öğretmenlikten daha doğrusu hayatıma olan etkilerden bahsetmek istiyorum. (önem sırası değildir)
1)Öğretmenlik bana çeşitli sorumluluklar kazandırdı ve bu sorumlulukları yerine getirirken zevk almaya başladım. Yani benliğimin bir yönünü keşfetmemi sağladı.Ben tembel değildim ve istediğimde çok güzel işler yapabiliyordum.
2)Güne erken başlıyorum ve gün içerisinde zamanın akışını takip edemiyorum. Bu da hayatımdaki üzüntülere odaklanmamı engelliyor ve hayatım daha hafif daha yaşanabilir hale geliyor.
3)Çocuklarla bir arada olmak, masumiyetlerini izlemek, yaşadıklarını benimle paylaşmaları ve beni güldürmeleri, bana sarılmaları ruhumu arındırıyor. Bir tane öğrenci var 7 yaşında. Her gün nasıl olduğumu sorar ve mutlaka günde iki kez koşup bana sarılır. Çok kibar çocuk ve dünnnnnyaaaa tatlısı. Bir gün bana sarıldığı sırada ona ' Sarılmak hastalıklara bile iyi gelebiliyormuş, yani aslında tedavi oluyoruz' dedim. Sarılma sayısını arttırdı. :)
4)Okurken gerçekten tiksindiğim bir bölümdü sınıf öğretmenliği ve yapamayacağımı düşünüyordum. Şimdi yapabildiğimi gördüm, öğretmenin de tadına vardım. Artık bırakamayacağımı düşünüyorum.
Daha aklıma geldikçe ekleyeceğim maddeler de olacaktır. Mesleğimi seviyorum ve iyi yaptığımı düşünüyorum. Tabii bunun bir de eksiler kısmı var.
Eve her zaman mutlu gelemeyebiliyorum, bazen gerçekten çok yoruluyorum ve zihnim çöküyor hatta kendini kapatıyor. Hazırlamam gereken planlar, ödevler, projeleri yetiştirmekte zorlanabiliyorum. Hep daha fazlasını yapma, daha iyisini yapma hırsımı dizginleyemediğim oluyor. Bu da beni strese sokuyor. Sosyal hayatım eskisine kıyasla yok denecek kadar az. Akşamları bazen tek isteğim yatakta öylece uzanmak oluyor çünkü sabah sekiz akşam beş arasında 6 saat kadar ayakta durmuş oluyorum. Bazen veliler insanı gerçekten sinirlendirebiliyor ve kaygılar basabiliyor aklımı. Bla bla bla
Yine de mutluyum. Sabah işe giderken şarkı söyleyerek gidiyorum hatta dans edesim geliyor. Okula girer girmez birkaç çocuk sarılıyor ve günüm daha da güzelleşiyor.
Öğretmenliğin hayatımda bu kadar koskocaman bir yeri var işte. AMA arzuları, damak tadı ve başka heyecanları da olan bir insanım. Mesela dans etmeyi seviyorum. Bed sesime rağmen yolda yürürken şarkı söylemekten zevk alıyorum. Sigarayı bırakamıyorum ve ayda birkaç kez alkol alıyorum. İnsanlarla tanışmayı, yeni şeyler denemeyi, etkinliklere katılmayı ve mistik dünyayla ilgilenmeyi(okumayı) seviyorum.
Kafasından alkol döken Ezgi'yi gördüğünüzde hemen iğrenç yargıları savuruyorsunuz hoyratça. Mini giydiğimde benim kutsal mesleğime bok gibi sıçrıyorsunuz. Fotoğraflarımdaki hadi seksilik diyelim :/ içinizdeki hayvanı şahlandırıp uzanamadığınız ciğere mundar dedirtiyor. Evet sizden bahsediyorum küçük adamlar, kadınlar. Beni dinleyin küçük insanlar
Benim hayatıma, yaşadıklarıma, eğlenceme, mesleğime dil uzatamazsınız. Haklıydınız ben o biçim bir öğretmenim.Var mı ekleyeceğiniz? :)
2 Kasım 2018 Cuma
TBRH
Merhaba. Şuraya birkaç mektup alıntısı bırakıyorum. Hangi parçası size uyarsa üzerinize giyersiniz. Dikkat aşağısı depresif ruh hali içerebilir.
13.01.2017
Sesim o kadar gürleşti ki; sözlerim mesajını kaybetti.
Günlük tutuyordum ama çok korktum Şiyar, okurlarsa diye. Yırttım, yaktım. Yanii kendimi bir günlüğe bile dökemedim.
15.02.2017
Benim unutmaya çalıştığım bir geceyi çarptın suratıma. Ve ertesi günü sanki beyaz çarşafların arasından çıkan bir beden gibiydi. Sigara bile yakılmamıştı üstelik.
Mutsuzum Şiyar, hiçbir sevdiğimi geleceğe götüremiyorum.
27.04.2017
İçimdekileri haykıramadığım insana diyeceklerimi sana diyeceğim. Belki bir nebze olsun rahatlarım.
--Bana zarar verdiğini biliyorum.
11 aydır seni kazanmaya çalışıyorum. Daha iyi ifade etmek gerekirse kazanan taraf olmaya çalışıyorum.
Benim çirkin, şişko, aptal olduğumu söylemen... Hem de binlerce defa. İşin iğrenç yanı hepsine inandım. Artık olmasam bile dediğin gibi hissediyorum ve bu da beni o kelimelerin tam karşılığı yapar.
Ben senin için en iyi seçenektim. Bana sahip olamayacaksın ve senin adına üzülüyorum.--
29.05.2018Psikolojimin iyiye gitmediğini biliyorum. Kendimi telkin edecek gücüm de kalmadı.
7.08.2018
Deneyimlemek her şeyi değiştirdi. Altı boş nasihatlerden nefret etmişimdir. Deneyim ise en iyi nasihattir insanın kendisine verebileceği.
Ölümle temizlenebilir hayatlar yaşıyoruz.
Şu halimden nasıl çıkacağımı bilmiyorum. İşleri daha ileri götürme potansiyelim var ve biliyorum ki o zaman kaybeden ben olmayacağım.
02.11.2018
And My Dear Friend Şiyar,
İ dont wanna be that person anymore. So you are right, things changed. Somethings and someone's gone , i changed.
You can be sure that; i don't regret from any all of that. I hope only one thing in my life doesn't change; changing.
LOVE
FESFUSCUM
20 Ekim 2018 Cumartesi
OLMA DURUMUNDA İNSAN
Pythagoras(Pisagor), olimpiyatlar benzetmesi üzerinden insanları üçe ayırır. Bazı insanlar olimpiyatlara yalnızca toplanan kalabalığa bir şeyler satmak ve kazanç elde etmek için gelirler. Bazıları ise doğrudan yarışçılardır. Onların amacı şan ve ün kazanmaktır. Üçüncü grup ise seyircilerdir. Pisagor seyirci grubunu en üste yerleştirmiştir. Yarışçılar ikinci sırada gelir, kazanç peşinde koşanlar ise üçüncü sırada, en altta yer alırlar. Bunu biraz daha açalım. En alttaki grup maddi ihtiyaçlar peşinden koşan gruptur ki; insanların çoğu böyledir. Yarışçılardan oluşan ikinci grup ise ruhsal yönü kuvvetli, cesur insanlardan oluşur. Bu grup ise şan, ün, ve nam peşindedirler. En üstteki grup olan seyirciler ise azınlık olan gruptur. Bu gruptakiler akli akli yönü baskın olan küçük bir gruptur. Bunlar, izledikleri şeyin maddi ve manevi yapısını, dinamiklerini kavramış ve kendilerini izledikleri şeyin uyumuna bırakmışlardır. Aynı zamanda izledikleri şeyin geçiciliğinin farkında ve geçici olana bulaşmama, yalnızca seyretmenin bilincindedirler. Olma durumunda olan, henüz tamamlanmamış olan biz insanlar bu yarışın neresindeyiz? Biraz uzgörüşümüzü kullanıp değerlendirmek gerekirse, kendini gerçekleştirmeye çalışan her insan bu üç kategoride de kendisini görür. Gerek sistemimiz gerek kültürümüz gerekse de benliğimiz bizi bu üç kategoriye de yerleştiriyor. Hayatı idame ettirme adına maddi kazanç peşinde koşuyor, kimi zaman korkusuzca, desteğini bilmediğimiz(!) sihirli bir çubukla cesaretimizi ortaya koyup yarışıyor ve bir ün(fenomen) olamaya çalışıyor, kimi zaman da bu iki perspektiften çıkıp, olma durumuna geçip, bilinç ve bilgi edinip kısa süreliğine de olsa kendimizden büyük olduğumuzun farkına varıp seyrediyoruz. Bu seyir süresini uzatmadıkça, kimi zaman mecburen yarışmaya kimi zaman ise bir şeyler satmaya çalışacağız. Ve sattıklarımız sadece maddi şeyler olmayacak.
Faik Şiyar ÇİFTÇİ
Faik Şiyar ÇİFTÇİ
18 Ekim 2018 Perşembe
SOLAR PLEXUS
Hoolaaaa. Bugün sizine dövmemi yaptırma nedenimden, anlamından ve bendeki yerinden bahsedeceğim.
Hemen bu çakranın enerjisine değineyim sonra temayı vereceğim. :)
Biliyorsunuz ki varlıklar enerjiden oluşur. Ben bazı enerjilerin daha özel olduğuna ve hayatımızı etkilediğine inanmaya başladım. Bu enerjiler bizim bilincimizi, bilinçaltımızı ve ruhani bütünlüğümüzü etkileyip değiştiriyor. Enerjilerin girip çıktığı noktalara ise çakra denilmektedir. Benim dövmesini yaptırdığım çakra ise diğer çakraların da kapısı olarak kabul edilmektedir.
Solar Plexus bizim 3. çakramızdır, enerjinin depolandığı yerdir ve egomuzla ilintilidir. (Burdaki ego şu sıkça kullanılan 'ayyyy ne kadan egolu birisi' deyişindeki ego değil. Benlik yani kişilik özelliklerinin biliçaltıyla harmanlanması sonucu kişinin davranışlarıdır diyebilirim ya da ego; sensin. Seni oluşturan her şeydir. Neyse... ) Bir takım sebeplerden dolayı bu çakra tıkanabilir. Tıkanma sonrası her şey tepetaklak gidebilir. Solar Plexus tıkanması fiziksel, zihinsel ve ruhen insanı yıpratır. Kişi, benliğinden uzaklaşıp kendine özsaygısını yitirebilir. Diğer çakraların da kapısı olduğunu düşünürsek, çakranın tıkalı olmasının vereceği zarar, diğer çakraların tıkanmasının katbekat üstündedir.
Ayrıca sosyal ilişkilerimizle çok ilgilidir. Ne zaman biriyle bir ilişki kursak ( hemen hetero-homo ilişkilere bağlamayın) burda eterik bağlar oluşur.
Eterik bağ; çakramızdan çıkan ve ilişki kurduğumuz insanlarla aramızdaki enerji hattıdır. Görünmeyen renkli iplere benzetebiliriz. Gözünüzde bir sürü kordon canlansın, bir sürü diyorum çünkü kurduğunuz herhangi bir ilişki , çakranızla karşıdaki insan arasında anne-bebek beslenme hattını oluşturuyor. Yani siz ilişkinizi devam ettirdiğiniz sürece karşınızdakinden besleniyorsunuz. Bu kötü bir enerji olabilir iyi bir enerji de. Ya atalarımız bunu efso özetlemiş ' Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.' . Yani sizin ne sebeple olursa olsun kurduğunuz bu bağ karşınızdaki insandan size doğru enerji akışına neden olur. Aldığınız enerji de sizin enerjinizi olumlu ya da olumsuz etkiler.
Örneğin sürekli mutsuz olan, hayatından yakınan, insanlar hakkında kötü düşüncelere sahip olan ve bunu dile getiren insanlarla beraber olursanız, ister istemez siz de o insanlar gibi olursunuz.
Hayatıma giren arkadaş-sevgili-dostlardan yakınıp duruyordum. Allahım hep beni böyleleri buluyor diyordum. Doğru. Beni bulmalarının sebebi artık enerjimin belirli bir frekansta olması. Çünkü hayatıma negatif enerjili bir sürü zıpçık aldım.
Çakra çalıştığında ne oluyor biliyor musunuz? Mutlu. Mutlu oluyorsunuz. Çok basit ve harikulade değil mi?
Yedi çakradan üçüncü çakrayı doğum günü hediyesi olarak bedenime kazıttım.Dövme olarak yaptırdım çünkü artık kendimi gerçekleştirme vaktim gelmişti. Beş altı yıl önce kişisel gelişim kitaplarında okuduklarım geçenlerde dövme arayışına girdiğimde bana gelenlerle bütünleşti. Solar plexus simgesi yani my precious (kıymetlimisssss artık bedenimde. Şimdi bu çakranın dövmesini yaptırdım diye hemencecik açılacağına inanmıyorum tabiiki de. Meditasyonumu yapacağım, kötülükten uzak duracağım ve bedenimi enerji toksinlerinden arındıracağım. Ben sadece girdiğim bu arayışta tarihi işaretlemek adına solar plexus dövmesini yaptırdım. Hayatı zaten film tadında yaşamaya bayıldığım için gözüme çok romantik göründü ve varlığı beni düşündükçe mutlu ediyor.
26. Yaşımın bittiği ve 27'nin başladığı 13 Ekim 2018 hayatımın değişmeye başladığı gün kutlu olsun.
MUTLU YILLAAAR MUTLU YILLAAAR MUTLU YILLAAAAAR BANAAAAA :)
DİİİPNOT: Dövmenin bi yerinde miniminnacık yamukluk fark ediliyor dikkatlice bakıldığında. Ama bu onu daha da güzel yapıyor çünkü Cihan ( dövme sanatçısı) dövmeyi vücuduma işlerken biz kahkaha atıyorduk. Muhtemelen vücudum titrediği içindir, yani hiçbir acı bu kadar komik ve güzel olmamıştı. Teşekkürler Cihan ellerine sağlık. :) :)
Fesfuscum
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
MODERNİZE SÜPER EGO
Tertemiz bir çocuğu, sahip olduğunuzu sandığınız bir modernize ahlaksızlığın içinde beslediğinizde ona iyilik etmiş olur musun...
-
Ouroboros Latince'deki oruburos kelimesinden gelir ve kuyruğunu yiyen anlamı taşır. Peki bu bilgi bizi doyurdu mu? Ha...